23 Ağustos 2009 Pazar

Zaman Aykiri bir Evrim Bilgini...

'Kendimizde eleştirdiğimiz şeyleri hayvansal geçmişimize atfederiz. Acımasızlık, saldırganlık, bencillik, kısaca genel kötülük, bize biyolojik geçmişimizden kalan prangalardır. Değer verdiğimiz ve uğrunda acınası bir başarısızlık ile çaba gösterdiğimiz barış, eşitlik, özgürlük, adalet gibi şeyleri ise istekli olmayan bir bedene empoze edilmiş, aklımızın ürettiği eşsiz bir katman olarak görürüz. Daha iyi bir gelecek için umudumuz akılcılığımızda ve inceliğimizde, biyolojik sınırlarımızı zihinsel olarak aşabilmemizdedir: Ey ruhum, daha görkemli konaklar kur kendine" dedikten sonra paleontolog Stephen Jay Gould, tüm düşüncelerini yaşayanlara bırakıp 20 Mayıs 2002 tarihinde -60 yaşında- yaşama veda etti. Marksist bir babanın oğlu oluşundan dolayı Marksizm ile çok küçük yaşta tanıştı ve bu düşünce onu yaşamı boyunca etkiledi, topluma ve doğaya olan bakış açısını biçimlendirdi. Babası, henüz beş yaşındayken doğa tarihini daha doğru öğrenmesi için Steve'i dinozor müzesine götürdü ve Steve, dev 'Tyrannosaurus rex' (etçil bir dinozor) fosilini gördüğü ilk günden itibaren, paleontolojiye asla bitmeyecek bir ilgi ile sarıldı. 
Harvard Üniversitesi'nde bir doçent iken Vietnam Savaşı'na karşı gösterilere katıldı ve yaşamı boyunca bir savaş karşıtı oldu. 1971 yılında ırkçılığa karşı örgütlenen Öğrenci Demokratik Topluluğu'nun ve yaklaşık olarak aynı tarihlerde, savaş karşıtı Toplum İçin Bilim hareketinin de aktif bir üyesiydi. 1975 yılında, Evrimsel biyolog Edward Wilson'un 'Sosyobiyoloji' adlı eserinde, insan davranışlarının ve kültürünün genetik temelli olduğu iddiasına karşı çıktı. Gould ve "Toplum İçin Bilim" hareketinin diğer üyeleri, biyolojik belirlenimciliğin bir versiyonu olan sosyobiyolojinin kapitalist ilişkileri ve insanın metalaşmasını meşrulaştıran bir zemin sunduğunu söylediler. Ayrıca onlara göre, sosyobiyoloji ırk, cinsiyet ve sınıf gibi gruplara imtiyaz tanınması için genetik nedenler ve haklar sağlıyordu. Gould, bu biyolojik belirlenimciliğe karşı, insan davranışlarının muazzam bir şekilde esnek olduğunu vurguladı. Şiddet, cinsiyetçilik ve daha nice çirkin ayrımcılığın biyolojik nedenleri olduğunu ileri sürenlere karşı barışçıl, eşitlikçi ve hoşgörülü olmanın vurgulanması ve dikkate alınması gerektiğini önerdi. Gould, Kate Millet'in "Ataerkillik, kendisini doğalmış gibi yutturmaktaki başarısı sayesinde, istikrarlı ve güçlü bir egemenlik kurabilmiştir" sözünü düşüncelerinin temeline oturtarak, aynı zamanda bir kadın hakları savunucusu oldu. Bunun yanı sıra, günümüzde genetik olarak iyice birbirine karışmış dünya insanlarının, geçmiş yüzyıllardan kalma antropometrik ölçümler ile etnik aidiyetliklerini belirlemeye çalışan gerici anlayışı da yoğun bir biçimde eleştirdi. Gould, 1981'de yazdığı 'The Mismeasure of Man' adlı kitabında eleştirilerine devam etti ve bilimsel ırkçılığa, zeka testlerine karşı güçlü argümanlar ileri sürdü. Gould, insanı ya da canlıyı biyolojik modernlik adına, evrimsel ve biyolojik varoluşun güçleri ile birlikte insanı-canlıyı biyosiyasetin nesnesi haline getiren anlayışı reddetti. İnsanın kendi türü ve doğası ile barışmasının ötesinde, aynı doğayı paylaştığımız diğer canlılar ile ortak varoluşun kardeşliğine değer verdi. 

Kesintili denge 
Gould, bilimsel düşüncenin sosyal köklerini irdeleyerek kendi entelektüel duruşunu oluşturdu. Onun için, doğanın diyalektiği ve diyalektik düşünebilme yeteneği, insanın kendini ve çevresini algılayabilmesinde son derece önemliydi. Marx ve Engels'in, insan evriminde emeğin rolüne, işbölümüne ve yardımlaşmaya dair düşüncelerini övdü. Ancak, Engels'in "insan evrimi, beynin büyümesi ile gerçekleşmiştir" tezine karşı çıktı. Gould'a göre "insanı insan yapan dik duruşuydu". Marx ve Engels'in doğa ve evrim ile ilgili açıklamalarındaki eksikleri giderdi ve insanı sadece ekonomik ilişkilerin taşıyıcısı olarak görmedi. Ayrıca Gould, New York Marksist Okulu'nun bünyesinde Brecht Forum'un ve Rethinking Marxism dergilerinin danışman kurulunda yer aldı. Ona göre Marx'ın saptamaları, özgür ve eşitlikçi bir toplumun inşası için çok değerliydi. 
1972 yılında Gould ve meslektaşı Niles Eldredge, zamanın egemen evrim anlayışının aşağılayıcı etiketlerine ve sert eleştirilerine rağmen "punctuated equilibrium kesintili denge" adında yeni bir evrim modeli önerdiler. Ernest Mayr'dan etkilenen Gould ve Eldredge'e göre evrim, çoğunlukla toplulukların kerte kerte ve kararlı değişimleri ile değil, "türleşmeler" yolu ile gerçekleşiyordu. Türleşme olaylarının tekrarlanması dallara ayrılan bir yapı oluşturuyordu. Evrimsel "zincirler", bir merdivenin basamakları değil, bir çalının dibinden dal dal ayrılarak şu an en tepesinde yaşayan soylara kadar gelen labirent benzeri dolambaçlı yolların, insan tarafından geriye dönük olarak yeniden kurulmasıydı. Gould ve Eldredge'in teorisine karşı gelenlerin çoğu tutucu muhafazakâr biyologlardı, ancak düşünsel ve geleneksel anlamda derin köklere sahiptiler. Eldredge ve Gould'un yeni modeline karşı, Darwin'den miras kalan ve fosil kayıtlarda türler arasındaki geçişin tedrici (gradual) gerçekleştiğini öneren "filetik gradualizm" biliniyordu. 

Din de yaşamı anlama çabası 
Gould asla yıkıcı bir din karşıtı olmadı. Dinin de bilim gibi, hatta bilimden çok daha önce ortaya çıkmış, yaşamı anlama ve anlamlandırma çabası olduğunu düşündü. Ona göre bilim ile din terazinin karşılıklı kefeleri değildi, din, ahlaki değerlere, bilim ise ampirik yönteme ve salt gerçeklere dayanıyordu. Çoğunlukla politik iktidar tarafından da desteklenen bu tür kutuplaştırmalarla sorun çözümsüzlüğe itiliyordu. Ayrıca, hararetli bilim savunucularının egemen kültüre dışsal ve sekter tutumları, etkinlikleri çoğunlukla toplum ile buluşamadığı ve buluşma nezaketinin de çoğunlukla gösterilmediği için belli bir sosyal alanın daha popüler olmasından ve maalesef kendi aralarında yaşadıkları bir çeşit mastürbasyondan öteye gitmiyordu. Başka bir bilim, başka bir din yani başka bir anlayış, kültür lazımdı... 
Kısaca, evrimin yani biyolojik olanın, sadece insanlar için değil tüm ekosistem için barışın, eşitliğin ve kardeşliğin çimentosu olabileceğini ondan öğrendim. Abartıyor muyum ve teşbihte hata olur mu olmaz mı bilemem ama Sahlins, Feyerabend, Foucault, Baudrillard ve Canetti gibi düşünürler kendi alanlarında ne kadar önemliyse, genç bir paleoantropolog olarak benim için de, paleontoloji ve evrimsel biyoloji alanında Stephen Jay Gould bir o kadar önemlidir. "Kelimeler şeyleri eksilterek duygusuzlaştırır; kelimeler kişiliksizleştirir; kelimler, olağandışı olanı olağanlaştırır" demiş Nietzsche, yine de ben 20 Mayıs günü yaşamını yitiren, zamana aykırı bu bilgini anmadan rahat uyuyamazdım. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

INSANIN EVRIMI-YORUM