16 Ağustos 2011 Salı

Karl Marks, Charles Darwin ve Celal Sengor!



Bu yaziyi aslinda yillar once yazmistim, Ali Kırca’nın iki ilahiyat ve bir jeoloji profesörünün katıldığı Din, Bilim ve Darwin konulu Siyaset Meydanı’ni izledikten sonra, Sayın Celal Şengör’ün Marksizm  hakkindaki eleştirilerinin haksiz oldugunu dusunup kaleme almistim. Bu yaziyi gecenlerde bilgisayarimi duzenlerken tesadufen buldum ve o vakit yazdiktan sonra yayinlama pesine dusmemistim, blogda yayinlamanin fena bir fikir olmadigina  ve ogunku emegin de bosa gitmemesi adina ekliyorum. O programda Celal Şengör her fırsatta Marksizm’i eleştirdi; Marksizmi iki ilhaiyat profesorunun yaninda elestirmesi ve zaman zaman onlarla tatli karsitliklar icerisinde orta yol bulmasi ilgincti. Marksizm’i bir “din” ve Marks’ı da bir “aptal” olarak değerlendirdi: “Karl Marks’ın müthiş aptalca bir lafı vardır, diyor ki,İnsanlar tabiatı yorumlamaya çalıştılar, halbuki maksat onu değiştirmektir” ulan sana mı kaldı değiştirmek, çünkü ben Marks’ın felsefesinin egemen olduğu yerlerde dolaştım, tabiatın nasıl canına okuduklarını gördüm, bütün Batı Sibirya, o canım ülke mahvolmuş durumda bu aptalların yüzünden” dedi. 
Ben de bunun uzerine o donem asagidaki yaziyi kaleme aldim, elbette yetersiz ve cok doyurucu bir icerik degil ama yine de burda yayinlamaya deger :), 

 Marks ve Ekoloji

Şengör’ün atıfta bulunduğu cümle, Marks’ın 1845 yılı baharında yazdığı, Ludwig Feuerbach and the End of Classical German Philosophy adlı eserindeki 11. tezidir ve şu şekildedir: “Filozoflar dünyayı çeşitli biçimlerde sadece yorumladılar; önemli olan onu değiştirmektir. 11. tez, Şengör’ün iddia ettiği gibi doğal dünyada ekolojik tahribatı değil siyasal ve sosyal alanda bir değişimi vurgular. Marks, eğer toplum ve doğa arasındaki ilişkileri değiştirmek istiyorsanız öncelikle insanların düşüncelerini, ekonomik yaşam biçimlerini ve materyal ile olan ilişkilerini değiştirmemiz gerektiğini söyler. Ona göre pre-burjuva toplumlarda insan ve doğa birlikte tanımlanır ancak burjuva kapitalizminde insan ve doğa birbirinden ayrılır ve insanin doğa karsısındaki zaferi ve gücü ile ilişkilendirilir. Marks üretim biçimi ve doğanın insan tarafından tanımlanması arasındaki ilişkinin önemini vurgular, örneğin Neolitik zaman üretim biçiminde doğa bir ana olarak sembolize edilir; Koloniyalizm ve kölelik sürecinde doğa, doğaüstü ilişkiler çerçevesinde cezalandıran ve ödüllendiren bir güç olarak sembolize edilir; Feodalizm de ise varoluşun hiyerarşik zinciri olarak algılanır; Kapitalist üretim biçiminde doğa, atomik düzeyde mekanize edilmiş, ekonomik dönüşümün kuralları ile kontrol edilen, insan tarafından maniple edilebilen, özgürce tüketilecek varoluşsal bir hediye olarak algılanır.

Marksizm, tüketim çılgını kapitalist yaşam biçiminin aksine, üretim ve tüketim ilişkilerinin gerçek ihtiyaçlar temelinde düzenlendiği, doğayla barışık bir harekettir. Marks, Engels, Proudhon ve Morris genel olarak dünyanın feodalizm, endüstriyalizm ve kapitalizme geçiş sürecinde yaşamışlardır ve ekolojik kriz onların yaşadığı dönemde köklenmiş olsa da günümüzün en ciddi problemlerinden biridir. Bu krizin tek sorumlusu Marksistlerin şiddetle eleştirdiği kapitalist üretim ve tüketim ilişkileri iken Celal Şengör bunun sorumlusunun Marksizm olduğunu ileri sürmüştür. Günümüzün en aktif doğa savunucularının Marksistler, sosyalistler, anarşistler, feministler ve gey-lezbiyen-transseksüeller olduğundan da bihaber görünmektedir.

Liebig’in 1840 yılında, Organic Chemistry in its Application to Agriculture and Physiology adlı eseri yayınlamış ve bu çalışmanın 1862 yılı baskısı İngiltere’de skandal yaratmıştır. Ekosistem ile barışık bir tarım modeli geliştirilmesi gerektiğini öneren Liebig Marks’ın gözünden kaçmaz ve Engels’e yazdığı mektupta Liebig’in çalışmalarının çok önemli olduğunu belirtir, Kapital’in birinci cildinde de modern tarımın yıkıcı etkisi ve Liebig’in önemli katkısı olarak not eder: “Büyük ölçekli tarım ve büyük ölçekli endüstri, isçileri yabancılaştırmakta ve toprağı yok ederek doğanın yasam koşullarının dengesini bozmaktadır” der.

En önemlisi Marks’ın özel mülkiyete olan eleştirisidir. Marks bireyin ve toplumun doğada özel mülkiyet sahibi olmaması gerektiğini söyler. Bu öneri çok değerlidir ve ekolojik krizin çözümünün temel taşıdır, Marks mülksüzlüğün daha doğal ve ekosistem yararına olacağını işaret eder. Kapitalist üretim ilişkilerinin birey ve toplumda sadece sistematik bir yabancılaşma değil, aynı zamanda bir canlı olarak içinde var olduğu doğaya ontolojik yabancılaşma yaratacağını vurgular. Marks’a göre, kapitalizmde insan-insan, insan-emek, insan-nesne ve insan-doğa arasındaki tek yaşamsal bağlantı paradır, doğa bir alışveriş merkezine dönüşür ve alınıp satılabilen bir meta haline gelir. Sadece doğa değil, kapitalizmde insan emeği alınır satılır ve böylece insan kendi yaşamını da satarak içinde yasadığı doğada özneleşmeden uzaklaşarak kimliksiz bir canlıya dönüşur. Metalaşan insanın doğada ontolojik olarak bir yeri yoktur. Engels, kapitalizmin insanı “yüksek yıkıcı üstünlüğü ile doğanın efendisi” biçiminde tanımlayarak içinde yaşadaığı doğasına yani evine gereksiz ve sahte ihtiyaçları nedeniyle sarf ettiği boşa giden ve sömürülen emeği ile yabancılaşmasından bahseder. İnsanoğlu üretim için emeğin gücünü, hammaddeyi yani doğayı, teknolojiyi ve bireysel-toplumsal ilişkileri sınırsız ve yüksek bir yıkıcılık ile kullanır.
  
Marks ve Darwin

Charles Darwin
Marks, Engels ve tüm diğer komünist, sosyalistler Darwin’i desteklemişlerdir. 1860 yılında Marks, Darwin’in Origin of Species çalışmanın kaba İngiliz tarzında yazılmış olsa da doğa tarihinin kendi bakış açıları içerisinde değerlendirilebileceği için çok değerli olduğunu yazmıştır. Marks’ın Das Capital’in bir cildini ona ithaf etmek istendiği bilinse de o kişi Marks değil, Marks’ın kızı Eleanor ve eşi Edward Aveling’dir. Eleanor ve Edward 1895 yılında Marks’ın çalışmalarını organize etmeye başlarlar ve Edward 1897 yılında Marks ve Darwin hakkında bir makale yazar. Bu makalede Darwin’den cevaplanmış bir mektuptan bahseder. Bu arada Cambridge üniversitesinde Darwin’in yazıları arasında 12 Ekim 1880 tarihli Edward Aveling’ten Darwin’e yazılmış bir mektup bulunur. Edward, The Student’s Darwin adli kitabinin bir bölümünü Darwin’e atfetmek ister. Kısacası, Darwin’in kendisine atfedilmesini -ailesinin din konusundaki hassasiyetinden dolayı- nazikçe reddettiği kitap Marks’in Das Capital’i degil Edward Aveling’in The Student’s Darwin’idir.

Evrim Kuramı’nın sosyal alanda doğru bir biçimde anlaşılması Marks’ın tarihsel materyalizminin kurallarını içselleştirmeyi gerekli kılmaktadır. Aksi takdirde tarihsel materyalizm yaklaşımından yoksun evrim kuramı bireyin sadece ezbere bilgiler ile donatılması anlamına gelir. Bu birey evrimsel varoluşunu sorgulayacak ve Habermas’ın özellikle vurguladığı antroposentirizmin tabularını yıkarak doğada kendini evrim kuramının önerdiği yere koymasını sağlayacak bilgiden yoksun kalacaktır. Bu nedenle Marksist yaklaşım bireyin evrimsel bilgiyi kullanarak varoluşunu yeniden tanımlamasına olanak sağlayacak holistik bir zemin sunmaktadır.

Marks dine karşı değildir, dini toplumun değil bireyin problemi olarak adreslendirir. Marks ve Engels, kapitalist sömürü ilişkileri tekelinde hegemonik araç olarak kullanılan dine ve bu baglamda dinin varoluş koşullarına karşıdır. Şengör’ün sandığı gibi Marksizm bir din değildir, ilahi değil materyalisttir, statik değil kinetiktir, üretim biçimi ekseninde sınıf farklılıklarına ve hiyerarşik güç ilişkilerine karşıdır, eşitlikçidir; Marksizm tamamen toplumun ve bireyin ekonomik, tarihsel ve siyasal ilişkilerinin analitik sorgulanmasına dayalı bilimsel bir hareket bütünlüğüdür. Nasıl ki Darwin’in evrim sentezi eksikleri giderilerek yenileniyorsa Marksizm de birçok yeni çalışma ve katkı ile sürekli bir değişim halindedir. Marksizm salt Sovyet örneğine bağlı değerlendirilecekse bu çok kaba, basit ve indirgeyici bir analoji olacaktır. Habermas, Adorno, Horkheimer, Marcuse, Foster ve Bookchin gibi düşünürlerin katkıları ile Marksizm ve ekoloji ilişkisi yeniden değerlendirilmiştir. Şengör'un doğa bilimi alanında sahip olduğu değerli bilgi birikimi ve deneyimine karşı Marksist literatürun zenginligini ihmal etmesi son derece üzüntü vericidir.